19 Mart 2008 Çarşamba

Tüketici Hakları

Efendim buyrun hoşgeldiniz.. Ben size yardımcı olmak üzere buradayım.Kafanızda herhangi bir şey var mı? Nasıl bir şey arıyorsunuz? İkinci el olan ürünlerimiz en az yenisi kadar iyidir efendim.. Aslında benim şahsi fikrimi sorarsanız ben size ikinci el tavsiye ederim efendim.Nasıl?Hayır hayır tabi ki garantisi yok. Ne denenmiş olanı, ne denenmemiş olanı hiçbirinin garantisi yok.Böyle bir şey mümkün de değil zaten... En iyisi ben size biraz yardımcı olayım,şöyle az denenmiş ve hayli yaralı bir ürün var elimde.. İnanın bende olmasa ben kendimde deneyecektim bunu.. O derece yani.. Biliyorum tam hayalinizdekinin de bu olduğunu.. Nasıl mı? Efendim burada sizin gibi binlerce,milyonlarca kişiyle muhatap oldum ben.. Teşekkür ederim. Ödemeyi ürünü kullanırken ve sonrasında yapacaksınız. Yine bekleriz. Ah pardon ağız alışkanlığı.. Umarım ömrünüzün sonuna dek başka bir ürüne ihtiyacınız olmaz.


6 ay sonra...


Buyrun efendim hoşgeldiniz.. Nasıl? Değiştirme mi? Ne kadar oldu alalı? 6 ay mı? Bu imkansız. En fazla 24 saat hakkınız var efendim değiştirme yapmak için.. Evet bunun için yüklü bir bedel ödediğinizi bende biliyorum, sizi anlıyorum ama elimden bir şey gelmez.. Size en iyisi başka bir ürün bakın, bu sefer size bedel konusunda biraz daha insaflı davranabiliriz. Tabi tabi buyrun.. Efendim bence bu sefer hiç denenmemişlerden birini deneyin.. Mesela şu size uygun gözüküyor. Bakın gördüğünüz üzere hiçbir yarası yok.. Saf ve tertemiz bir ürün.. Sadece sizin istediğinize odaklıdır, sizden fazla bir şey de beklemez. Arada bir onu sevdiğinizi söyleyin yeter... Peki efendim,bunu hemen paket yaptırıyorum sizin için.. Aslında eve gidene kadar onu tanımaya çalışsanız sizin için daha iyi olur, zira 24 saatiniz hemen başlıyor. Güle güle efendim.. Yine bekleriz efendim.. Tamam tamam öyle ters bakmayın şaka yaptım sadece..



1,5 yıl sonra...


Hoşgeldiniz efendim bizde sizi bekliyorduk gözümüz yollarda kalmıştı.. Bu sefer hayli uzun sürdü.. Ve tabi bedeli de bizim düşündüğümüzden çok daha ağır olacak, yani bu konuda size verdiğimiz sözü maalesef tutamıyoruz. Ama emin olun siz artık bu konuda diğer alıcılara göre hayli avantajlı konumdasınız.. Çünkü iki kez denediniz ve hayli ağır bedeller ödediniz. Artık öyle kolay seçim yapmayacak, öyle hemen bir bakışa aldanmayacak,öyle hemen bir tatlı söze kanmayacaksınız. Veya diyelim ki kandınız,artık o kadar ağır gelmeyecek ödediğiniz bedel,siz en ağırını zaten atlattınız. Şuan yüzünüze bakıyorum da,ucuz atlatmışsınız demekten de kendimi alamıyorum. Tabi efendim,doğrudur onu bir de size sormak gerek ama inanın bana çok daha kötülerini gördüm. Tamam efendim kestim gevezeliği.. Bu sefer ben size yardımcı olamayacağım, seçiminizi kendiniz yapın. Buyrun efendim bütün ürünler burada sizi bekliyor. Efendim gerçekten çok iyi bir seçim yapmışsınız. Tebrik ederim efendim. Daha biraz önce biri ona baktı ama,gücünün yetmeyeceğini düşünerek denemekten vazgeçti. Siz hala güçlüsünüz emin olabilirsiniz. Ben gözlerinizde o ışığı görüyorum. Saygılar efendim yine bekler... Tamam tamam sustum..


Yalnızca 2 hafta sonra...


Buyrun.. Buyrun şöyle geçin.. Fakat bu sefer çok umutlu gözüküyordunuz.. Çabuk döndünüz sanki biraz.. Biraz kolay vazgeçmediniz mi? Hayır hayır.. Tabi ki siz daha iyi bilirsiniz.. Ama sanki diğer yaralarınızın, acılarınızın hırsını bundan çıkardınız gibi geldi. Halbuki giderken o da siz de çok mutlu gözüküyordunuz. Bu sefer oldu diyordunuz.. Öyle kolay vazgeçmeyeceğim, yaptığım hataları yine yapmayacağım ve en önemlisi onun hatalarına hiç göz yummayacağım demiştiniz. Fakat görüyorum ki yaralarınız biraz daha artmış. Asıl onu mu görmem gerek? N'aptınız efendim? Ama neden? Hatalarına göz yummayacağım derken onu bu kadar hırpalayacağınızı söylemek istediğinizi düşünmemiştim. Sanırım siz artık bu işten vazgeçmelisiniz.En azından bir süre.. Ben size ürün vermiyorum efendim. Başka başka sebeplerle benim ürünlerime zarar veriyorsunuz, üstelik itibarım zedeleniyor. Kimse bana inanmaz oldu sizin yüzünüzden.. En yakın arkadaşınız size bakarak kendi ürün ihtiyacını sürekli olarak erteliyor. O da sizin gibi olmaktan korkuyor. Hayır efendim size yeni ürün falan vermiyorum. Hayır eff... Tamam tamam sinirlenmeyin. Buyrun seçiminizi yapın. Güle güle yine bek...güle güle...


Ve sadece 3 gün sonra...


Yine mi siz? Anlamıyor musunuz sorun bizde değil sizde! Bırakın efendim.. Siz daha eski ürünümüzün etkisini üzerinizden atmadan hemen yeni ürün diye tutturuyorsunuz. Ne 3 gün mü oldu? Nasıl yani hemen o gün olmaz mı dediniz? Hemen o gün vazgeçtiniz yani? 3 gündür yaralarınızla başbaşaydınız.. Anlıyorum.. 3 gün yetmez efendim.. Şu halinize bakın.. Benim gördüğüm en kötü müşteri sizsiniz.. Evet efendim evet.. Ben artık sizden vazgeçtim.. Siz sadece tüketiyorsunuz... Hiçbir şeyin kıymetini bilmez oldunuz.. İnsanoğlunun kaderi bu değil efendim, değil.. Siz kendiniz, kendinize bunu yapıyorsunuz. Her şeyi hızlı hızlı yaşıyor, aynı hızla bitiriyorsunuz. Efendim bir araba düşünün, evet belki kötü bir benzetme ama.. Arabaya aynı benzini koyarak, yavaş giderseniz daha fazla yol katedebiliyorsunuz.. Böylece biraz ilerideki benzinciye rahat rahat varıp, oradan biraz daha benzin tedarik edip yolunuza devam edebiliyorsunuz. Yıllardır yola birlikte devam edebilenlerin sırrı budur. Hayır efendim hayır, hızlı yaşa genç öl sadece saçma bir deyimdir. Hızlı olan hiçbir şey mutlu değildir. Mutluluk sadece hazmedilerek yendiğinde, en sevdiğiniz çikolatadan bile daha tatlı olabilir.. Bu arada siz, evet evet öyle bakmayın siz.. Üstüne hiç alınmıyorsunuz ama ben sizden bahsediyorum deminden beri.. Öylece oturup beni dinliyorsunuz, ama sonra sizde aynı haltı yiyorsunuz. Çabucak tüketiyor, çabucak yok ediyorsunuz. Bir kere insan hayatında tüketim çılgınlığı diye bir şey var. Daha ne olsun? Bu çılgınlık sizi,sizinle yok ediyor hala anlamadınız mı? Seni seviyorum demek için doğru anı beklemeyen, en ufak bir aşklaşmayı sevgi zanneden, en büyük sevgileri teğet geçen, doğru insanları yaralamaktan zevk alan, cebinde parası, altında arabası yok diye erkeğe hayır diyen kadınlar.. Kadınların kendilerini güldüren erkekleri sevdiğini zannedip onları güldüren, hep onları uzaktan seven, cebindeki son parasıyla ona çiçek alıp sonra eve yürüyerek dönen, her fırsatta sevdiğinin gözlerinde kaybolan adamlar.. Ve kadınların kendilerini güldüren değil, ağlatan erkeklere aşık olduğunu ve bu aşık kadının dünyanın en salak varlığı olabileceğini bilen, cebindeki parasıyla altına almak istediği hatuna bir tek taş alan,onu akşam en lüks mekana, oradan da evine götüren ve yarın artık unutan adamtraklar... adamsılar... adam olmayanlar...



Aşkı basite indirgeyip, çok aşık oldum deyipte ertesi gün kalbinimi kırdım afedersin diyebilen kişidir aşkı bilmeyen... Çünkü en az bir kere aşık olan kişi,kalp kırmaktan çok korkar.Kendi kalbi de kırılmıştır zira.. Çünkü her aşk damağında bir naneli diş macunu keskinliği; çünkü her aşk kalbinde bir ceviz kadar,hatta bazen daha büyük bir deliği; çünkü her aşk zihninde bir ağacın dalının kırılması şeklinde bir sesi mutlaka hatıra olarak bırakıyor... Efendim size tekrar dönersek, ben artık size bir süre deneme şansı vermiyorum. Ürünlerimin hepsi burada, siz gidin kendinizi iyileştirin önce, kendinizi tam olarak hazır hissedip sonra bana gelin. Lütfen.. Lütfen bağırmayın.. Ne? Efendim istediğiniz yere şikayet edin.. Efendim anlamıyorsunuz... Aşkta tüketici hakları diye bir şey yoktur...



Ben bıraktım siz konuşun,
Yoruldum ben siz koşun,
Iskartaya ayırın beni bütün ayrılıklardan
Küsmedim kardayım yediğim dayaktan
Şimdi yalnız,
Sarı saman kağıt kokulu günlerde
Türkçeye çeviriyorum ayrılık acısını

Beni bırakın
Ben meçhul oldum
Gizli özneyim, vatansız cümlelerde
Ben yandım.
Kalbim kül oldu
Eski bir kütüphane yangınında...


Selametle
TzTa



Not: Şiir [Yılmaz Erdoğan-Ben Yandım]

17 Mart 2008 Pazartesi

Sonbahar

Evet sonbahar. İstanbul dışında başka bir yerde sonbahar geçirmedim. Sevilicek bir mevsim bu sonbahar. Genel olarak bakarsak yapraklar dökülür, yazın bunaltıcı sıcağı biter, kışın dondurucu soğuğu başlamaz. Hava serin olur. Tam ince kumaşlı sweat-shirt havası. Oh mis. Ne güzelmiş lan bu sonbahar. Bir de yağmur yağar. Sonbaharı temsil eden şey dökülmüş sarı yapraklar değil, deli gibi yağan yağmurdur. Sağanak yağması lazım, ıslatmayan yağmuru napiyim ben. Anlamı yok. Doğasına aykırı.

Bir de bu işin rüzgarı var. Esecek rüzgar, ama böyle fırtına gibi değil. Yavaş yavaş üfürücek. Ağaçları yaprakları sallıycak, ses çıkarıcak. Bundan güzel ses mi var ? Sonra rüzgar yavaş yavaş dinecek. Yağmur çiselemeye başlayacak. Hava birden ılıklaşacak. Yağmur şiddetini arttıracak. Bu ses rüzgarın çıkardığı yaprak hışırtılarından da güzelmiş. Yağmur yağdıkça her yerin ıslanacak, giderek ağırlaşacaksın. Bir yandan da yağmurun ıslattığı toprak kokucak. Bu kesinlikle dünyanın en güzel kokusu, daha güzeli olamaz. Belki bebek poposu. Yok yok bu. Bir süre sonra yağmur dinecek, güneş açacak. Gökkuşağı çıkacak. Kalkıp evine gideceksin.

Sonbahar böyle bir şey.

16 Mart 2008 Pazar

Bir Pazar Günü...

Amacım böyle yazılar yazmak değildi baştan söyleyeyim.Hep eğlenceli şeyleri görüp,bunların bir kısmını size anlatmaktı hedefim,ama olmadı.Bugün hava güzeldi ve ben yalnızdım.Evet hava sıcaktı ama içim soğuktu.Yalnızlıkla ilgili birkaç yazım vardı daha önceleri,ama çoğunda gerçekten bu kadar kötü hissederek yazmamıştım.Zaten en iyi yapabildiğim şey kurguydu,kurgu acılar çekiyordum,kurgu yalnızlıklar yaşıyordum,kurgu aşklar yaşıyordum ve bunları paylaşıyordum benim yazdıklarımı okumaya değer bulan ya da sırf bana ayıp olmasın diye göz gezdiren herkesle...Ama belki hayatımda ilk defa,gerçekten içimden geçenleri yazıyorum.


Uyandığımda çok erken değildi.Kalkıp tuvalete gitmem yarım saat sürdü,aynadaki halime takılı kalmıştım.Gözlerimdeki anlamsızlıktı belki de bu kadar kötü hissettiren,hiç gibi bakıyordum.Ağzımdaki tuzlu tadın sebebi,dün gece uyumadan yediğim üç paket kraker de olabilirdi ama gözlerimdeki acının sebebi neydi bilmiyorum.Öylece baktım kendime,biraz acıyarak...Annem "kimseye acıma oğlum,acınacak hale düşersin" der halbuki...Ama ben kendime acımaktan kendimi alamıyordum.Şu halime bak,nasıl da öksürüyordum.Sonra anneme acıdım...Beni çok seviyordu,belki o da bana acıyordu.Benim için yaptıkları kısa bir sürede gözlerimin önünden geçti...Onu çok sevdiğimi düşünüyordum,ama sevgi onun için bir şeyler yapmak değilmiydi?Yapmıyordum,evet annem için yaptığım en önemli şey sabahları yatağımın başına geldiğinde öpme isteğine olumlu yanıt vermekti.Tabi hemen babam geldi aklıma,ona bunu da yapmıyordum zira babam beni hiç öpmemişti.Babam bana acıdığını da söylemişti.Bu ikisi de beni fazla üzmezdi,babamın beni çok sevdiğini biliyordum ama sevgisini göstermiyordu buna alışmıştım,acıması ise normal geliyordu.Yani canımı acıtan bu da değildi.Yine kendimi düşünüp,kendime acıyarak ve sessiz bir "of" la odamdan çıktım.Tuvaletteki aynada kendimle gözgöze gelmemeye çalıştım ve bunu başardım.Ama kafamdaki görüntümle sürekli göz göze gelmekten kendimi alamıyordum.Zaten bugüne dek gerekli her şeyi yapmayı başarabildiğim hiç bişey yoktu.


Evet bugün melankoli'ydi havam...Hastalıklı sevdalarımı düşündüm...Bir bir gözümün önüne geldiler...Onlar da olmasa neyi düşünürdüm diye düşündüm.Bilgisayarımdan bir liste oluşturup arabesk ve türevlerini dinledim bütün gün...Sevdiğim şeyleri yapmayı düşündüm,ama şu ara sevdiğim şeyleri bile sevmiyordum.Şu ara hiç bişeyi sevmiyordum,kalanından haz etmiyordum.Hava güzeldi ve ben yalnızdım,belki tek sebep buydu.Şiirler dinledim sonra...Yılmaz Erdoğan şöyle diyordu "Ben yandım... Kimi cüret etsem sevmeye kendime küçük geldim zayıf kaldım..." Sonra bir yüz geldi gözümün önüne,uzun zamandır görmediğim hatta unutulmaya yüz tutmuş bir yüz...Gözlerimdeki nemlenmeye de engel olamadım,fakat bu da neydi? Ben ağlamazdım ki?!Ağlamayı bilmiyordum ki?!Ağlayamadım da zaten...Belki de kötü hissetmemin sebebi ağlamamaktı,çok uzun zamandır ağlamamak hatta bebekliğim dışında bir elin parmağını geçmeyecek kadar az ağlamak...Babam istediğim oyuncağı almadığında sadece kaşlarımı çatıp uzaklara bakıyordum mesela...Veya ablamın bakkaldan getirdiği poşetin içinde çikolata olmayınca...Erkekliğin şanından ağlamadığımı ve bununla övündüğümü veya taş kalpli biri olduğumu düşünenler de vardı ama aslında hiçte öyle değildi...Hep içime attım ben,acı çekmek benim de yaşadığım şeylerden biriydi... belki de bunu bir dışarı atma,kendini kurtarma yöntemi olan "ağlamak" bana çok uzaktı,en son annem için ağlamıştım...Gözlerim onlarca kez ağlamak istedi,ama dimağımdaki biri hep engel oldu...Acı çektiğini çok belli etme dedi bana hep...Mutlu olduğumda hiç tutamaz hemen belli ederken,acı çektiğimde belli etmiyor olmam bazı sevdiklerimi dahi kaybettirdi bana..."Umursamaz sevmiyor,seviyorsa bile umursamıyor,umursuyorsa bile seviyorsa bile umursamıyor" dediler hep...Oysa ben umursadım,oysa ben sevdim...Ama onu sevmek belki acıydı,ondan belli edemedim...


Dedim ya bugün bir tuhaf uyandım...Mesela kimseyle konuşmadım bugün...Kimsenin yüzüne de bakmadım...Yazıya başlamadan önce baktım, gözlerimdeki o acı ifade hala var,o yüzden bir süre aynaya bakmayı düşünmüyorum.Yalnız olmayı sevdiğimi düşünüyordum,aslında seviyordum da...Ama sanırım bugün ilk kez etrafımdaki bir sürü insanın arasında yalnız olduğumu farkettim...Ve yine sanırım,bahsettiğim şey ruhsal yalnızlık...Acı olan da bu...


Selametle
TzTa

10 Mart 2008 Pazartesi

Allah çirkin şansı versin şekerim




















"Allah çirkin şansı versin şekerim..."

Evet tam olarak budur,cümlenin ardından da suratta limon ekşiliğini bulmanız olasıdır. Beklentiler...Beklentiler... Sürekli olarak beklentiler içerisinde sürer hayatımız,bunların bir kısmı gerçekleşir,bir kısmı gerçekleşmeye yaklaşmaz bile,bazısı da yaklaşır ama olmaz ve bizi daha çok üzebilir. Bu beklentiler içerisinde şanslı olmakta mutlak suretle sayılabilir.Herkes yaptığı bazı işlerin sonunda "bugün şanslıydım ondan iyi oldu" ya da "bugün çok şanssızım" diye söylenebilir. Bu şans meselesini anlatmaya yetebilecek kadar kelime bildiğimi kesinlikle düşünüyorum,ama kendimi yoramam. Ben sadece bir kısmını inceleyip toplumsal bir mesaj verme kaygısı içermeyen bir yazı yazmak istiyorum. Toplumsal bir yanılgıya mümkünse son vermek istiyorum. Ve bu yazıyı başlığı okuyunca "ne şansı be ne şansı" şeklinde bana kızan çirkinlere, ve "ay evet kesinlikle" diyen güzellere herkese ithaf ediyorum.

Baştan söyleyeyim,çirkin şansı diye birşey yoktur. Burdaki dilek olsa olsa "çirkin çalışkanlığı,çirkin sabrı" falan olabilir. Güzel bir kızı düşünelim; ama böyle bayağı bir güzel olsun...O hatun sürekli birileri tarafından desteklenir,sevilir öpülür okşanır. Güzel bir kızla birlikte olmak için ona sürekli hediyeler alan,onunla bir gece için bir tek taşı çok görmeyen erkekler her zaman olmuştur. Onlar kesinlikle gece çıkmalarında aranan kişilerdir,yalnızca sevgilisi tarafından değil,arkadaşları tarafından da mutlak suretle aranırlar,zira yanında güzel kız olan erkek diğer kızlara nedense çekici gelir. Okul hayatları çok kolay geçer, hep bi şekilde sınıf geçmeyi başarırlar,hem de takdirler içerisinde... ya ona aşık salak erkek,ya da ona hasta olan ama bişey de yapamayan abazan öğretmen sayesinde okul bitirmek onu için çok kolaydır. Ailesi her zaman ona destek olur, "biz kızımıza güveniyoruz" derler. Bu kolay hayat eğer bir zengin koca bulmayla evliliğe kaydırılırsa kızımız hayatını muhtemelen bi süre sonra-kendisi yaşlandığında- onu başka genç ve güzel kızlarla aldatacak erkekle evlenir ve mutlu olur. Şimdi bir de hayata çirkin tarafından bakalım, çirkin kız zaten çirkindir.Onu sadece birkaç çirkin arkadaşı ve belki yine çirkin bir aşık kişi destekler. Evden kolay kolay çıkmaz,çıktığı anlarda ne yapacağını bilemez.Çok fazla arkadaşı zaten yoktur,en muhteşem sosyal olayı kankasıyla okul çıkışı parkta geçen yakışıklı çocuklara laf atmaktır,tabi biraz utanarak...Zor bir okul hayatı bekler onları,çalışmak çalışmak ve yine çalışmak zorundadırlar. Sürekli olarak kopya vermeleri istenir,onlar da hayata karşı olan sinirlerini tam bu durumlarda boşaltırlar,kendilerini rahatlatırlar. İşte güzel kız ve yakışıklı oğlanlar artık ona muhtaçtır. Asla kopya vermez, ama hep istenir. O da bunun keyfini çıkarır. Mecburen bir üniversiteye girer, muhtemelen çok iyi bir bölümde okur ve tamamen kendi çabasıyla mezun olur. Sonrasında kendi gibi başarılı,belki çok yakışıklı olmayan ama zeki ve alçakgönüllü biriyle evlenirler. Mutlu olurlar.

Durum şundan ibarettir,çirkin kişi çalışır çalışır çalışır,bunu yapmak zorundadır.Ve sonuçta kuvvetle muhtemel kazanan o olur. Güzel kız çalışması gerektiğini belki hayatının son dönemlerinde anlar,belki de hiç anlamadan ölür gider...Yani diyorum ki, "Allah herkese çirkin azmi versin."

Selametle..
TzTa

17 Şubat 2008 Pazar

Eurovision Meurovision

Senelerdir çok büyük derttir Eurovision hadisesi bizim ülkemizde. Trt şarkıyı ya jüri yoluyla ya da bir şarkıcıya/gruba ısmarlama şeklinde seçer. O andan itibaren tartışmalar başlar: "İngilizce mi olacak, Türkçe mi ?", "Bizim kültürümüzü mü yansıtacak, modern mi olacak ?". Genelde bu temada gerçekleşen tartışmalardan sonra şarkı gelir. Genelde beğenilmez, bazen Rimi Rimi Ley gibi fiyasko olur, bazen de Everyway That I Can gibi hemen herkes tarafından beğenilir.

Ülkenin büyük kesimi Eurovision'un bir şarkı yarışması değil, politik bir yarışma olduğunu ve sonucu şarkılardan çok ülkelerin coğrafi ve politik özelliklerinin belirlediğini düşünür. Haksız da değiller hani, her sene birbirine 12 puan veren Güney Kıbrıs ve Yunanistan'ı gördükten sonra. Eurovision hakkında bir başka geyik de artık bu yarışmaya bizden başka kimsenin önem vermediği, büyük-küçük neredeyse bütün ülkelerin ülkelerindeki şaklaban tipli adamları gönderdiğidir. Bu da kısmen doğrudur, 2007'de Ukrayna'nın şarkısını dinledikten sonra hele.(Çok beğeniyorum ve eğlenceli buluyorum o ayrı.) Ama Eurovision'la ilgili bir önerme var ki kesinlikle doğru olduğuna inanıyorum. O da, Eurovision'da sahne şovu ve performansının şarkının önüne geçtiğidir. 3'er dakikalık 24-25 şarkıyı dinleyen seyirci elbet sadece şarkıya göre değil şarkı söylenirken arkada neler olduğuna bakarak aklında kaldığı kadarıyla oy verecektir.

Öyle ya da böyle, Eurovision bu ülkede her zaman bir heyecan yaratır. Eurovision varken o akşam genelde Trt izlenir, Türkiye'nin çıkması beklenir, Almanya, Hollanda, Fransa, Belçika'dan 12 puan alınır, şarkının güzelliğine göre dereceye girilir. Bu sene de Mor ve Ötesi katılıyor Belgrad'da düzenlenen Eurovision 2008'e. Mor ve Ötesi gerek dünya görüşü, gerekse yaptığı şarkıları takdir ediyorum. Yarışmaya katıldıkları Deli şarkısı da aynı oranda güzel olmuş bence. En azından önceki Eurovision'larda hem Türkiye'nin hem de diğer ülkelerin şarkılarına bakıldığında kalite farkını açıkça ortaya koyuyor. Bakalım bu sefer ne olacak Eurovision'da ? Mor ve Ötesi'ne başarılar.

Not: Şarkıya şurdan ulaşabilirsiniz: http://www.youtube.com/watch?v=xV0aaiHJrNA

Not2: Eurovision kelimesi neden İngilizce veya başka bir dilde değil de Fransızca okunur onu da hiç anlamam.

16 Şubat 2008 Cumartesi

deneme

deneme bir ki. ses se. açtık gitti kardeşim.